Emr-bil maruf nehy-i ani’l münker (İrşad-Tebliğ)
İnsanları iyiliğe davet etmek ve kötülükten uzak tutmak için yapılan
mücadeleye emr-i bil maruf nehy-i ani’l münker denir. Bu vazifeyi ifa etmek her
müslüman üzerine farzdır. Efendimiz sav’e inen ikinci süre Müddessir süresidir
ve bu surede Allah u Teala Efendimiz sav’in şahsında bütün müslümanları bu
vazife ile vazifelendirmektedir. İslam’ın 4 şartından önce bütün müslümanlar
tebliği ve irşad diye de tarif edebileceğimiz emr-i bil maruf nehy-i ani’l
münker vazifesi ile vazifelendirilmişlerdir. “Ey örtüsüne bürünen kalk ve
insanları hayra iyiliğe çağır/kötülükten men et.”(Müddessir süresi1-2)
‘’Sizden herhangi biriniz dine aykırı bir
iş görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle
şayet buna da gücü yetmezse kalbiyle(dua) onu değiştirsin.İşte bu
inancın en zayıf olanıdır.”
“Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki
(onları herkesi) hayra çağırsınlar,
iyiliği emredip kötülükten men etsinler. İşte onlar muradına erenlerin ta
kendisidir.'' Al-i İmran – 104
''Mümin
erkeklerde Mümin kadınlarda birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcıları)
dır.. Bunlar insanlara İyiliği
emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Namazı dosdoğru
kılarlar,zekâtı verirler.Allah ve Resulüne itaat ederler.İşte bunlar,Allah
Onları rahmetiyle yargılayacaktır.Çünkü Allah Aziz’dir Hakim’dir.'' (Tevbe Suresi
71)
'Siz
insanlar içinden çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülükten vazgeçirmeye
çalışırsınız.''(Al-i İmran110)
"İçerisinde iyilerin daha mümtaz, daha
güçlü bulunduğu bir kavimde, kötülükler işlendiği hâlde, iyiler müdâhale edip ıslahta bulunmazlarsa, -bir başka rivayette: müdâhale edecek güçte bir kimsenin
bulunduğu bir kavimde kötülükler işlenir ve fakat o kimse, müdâhalede
bulunmazsa-, Allah (celle şânuhu), herkese ulaşacak umumî bir ceza
gönderir." Bu ceza o kadar umumî, o kadar herkesi yakalayıcıdır ki, o
geldiği zaman, değil kötüler, iyiler bile şaşkına döner, "Ne fenâlığı
ortadan kaldırmaya güçleri yeter, ne de onun şerrinden kaçıp
kurtulabilirler."
Bu sebeple
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), irşâdın
vaktinde yapılarak, fitne ve fesadın zuhur edip büyümeden önlenmesini
tavsiye eder: "(Ey mü´minler) yalvar
yakar olmanıza rağmen dualarınız kabûl olmayacak durumlara düşmezden önce
iyiliği (ma´rufu) emir ve kötülükten de men´ediniz."
Maruf,
dinin emrettiği ve aklın güzel gördüğü şeylerdir. Münker ise, Allah’ın razı
olmadığı ve yasakladığı, aklın güzel görmediği ve insanların hoşlanmadığı
şeylerdir. Bunlar da haramlar ve günah olan amellerdir. Dolayısıyla iyiliği
emretmek ve kötülüğü yasaklamak bütün İslam ümmetine farz kılınan bir görev ve
vazifedir.
İslam
ümmeti içinde bu görev ulemaya verilmiştir; ancak tüm insanlık içinde bu görev
bütün Müslümanların görevidir. Ümmet-i Muhammed gerek diliyle, gerek eliyle ve
gerekse kötülüğe bulaşmayarak ve kalben kabul etmeyerek tüm insanlara iyi örnek
olarak “lisan-ı haliyle” iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama vazifesi içinde
yerini almalıdır. Yüce Allah ümmet-i Muhammed için “Sizler insanlar içinden seçilmiş hayırlı bir ümmetsiniz.
İyiliği/marufu emreder, münkerden/kötülükten nehy edersiniz; zira sizler
Allah’a inanırsınız. Ne olaydı ehl-i kitap da sizin gibi Allah’a inanmış
olsalardı!” (Âl-i İmran, 3:110) buyurmaktadır.
Peygamberimiz (sav) “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü
yetmezse diliyle onu düzeltmeye çalışmalı; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona
buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” buyurmuşlardır. İslam bilginleri el ile
düzeltmek devletin, dil ile düzeltmek ulemanın, kalben buğz etmek de avamın
görevi olduğunu belirtmişlerdir.
Peygamberimiz
(sav) “Ya iyiliği emreder ve kötülükten
alıkoymaya çalışırsınız ve ya Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap
gönderir de dua edersiniz ama duanız kabul edilmez” buyurmuşlardır. Yine
peygamberimiz (sav) “İyileriniz zalimlere
yardakçılık eder, kötüleriniz hüküm verme durumunda olur, idarecilik
küçüklerinize geçerse fitne hücuma geçer ve birbirinize düşersiniz”
buyurarak iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama durumunda olanların bunu yanlış
yapmalarının ne derece tehlikeli olduğunu ifade buyurmuşlardır. Kötülükler
iyilik adı altında, iyilikler de kötülük adı altında yapılmaya başlanırsa asıl
fitnenin kopacağı kesindir.
İşte böyle
bir zamanda yani “Fitne zamanında Kitap
ve Sünnetin emirlerini yaymaya çalışanlar Ensar ve Muhacirinden ilk İslam’a
girenler gibidirler” “Böyle bir zamanda sabırlı olmak elde kor ve ateş tutmak
gibidir” buyurmuşlardır.
Peygamberimiz
(sav) “İyiliği emredin ve kötülüğü
engelleyin, yaptırmayın. Aksi takdirde Allah şerlilerinizi hayırlılarınıza
musallat eder. Hayırlılarınız dua eder de duaları kabul edilmez. Bu ne gelecek
rızka engel olur ne de ecelini yakınlaştırır. Yahudi ve Hıristiyan ruhanileri
ve ruhbanları iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamayı bıraktıkları zaman Allah
onları peygamberlerinin diliyle lanetledi. Başlarına gelen belalar da sel gibi
onları sardı” buyurmuşlardır.
Bu konu ile ilgili olarak büyüklerimiz şu ihtarı vermişlerdir; “Bir
müslümanın bir yıllık günahlarına
keffaret bir yılda en azından 3 insanın imanına vesile olmasıdır. (İmanına
vesile olmak; hem inanmayan bir kişinin imanına vesile olmak, hem de adı
müslüman olduğu halde dini yaşantısındaki eksikleri düzeltmesine yardımcı olmak
şeklinde olur.)
Emr-i Bi’l-Maruf Görevi Nasıl Yapılır?
1.Gerçek maruf ve münker görevi ilk olarak insanın kendisinden başlayarak
yapılır. Nitekim yüce Allah “İnsanlara
iyiliği emreder de siz kendinizi unutur musunuz?” (Bakara, 2:44) ferman
etmektedir. Peygamberimiz (sav) de “İnsanlara
iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan ama kendisi buna uymayan kimselerin
ahirette ateşten makaslarla dillerinin kesileceğini” haber vererek
uyarmıştır.
2.İkincisi, yüce Allah emr-i bil-maruf
ve nehy-i anil münker görevini yapacak olanların bunu en güzel bir şekilde yapması gerektiğini (Nahl, 16:125) tavsiye
etmiş ve azgın ve sapkınlara dahi yumuşak söz söylemesi gerektiğini haber
vermiştir. (Taha, 20:43) Yüce Allah
Kur’ân-ı Kerimde Hz. Lokman’ın diliyle şöyle buyurur: “Yavrum, namazı gereği gibi kıl, iyiliği emret ve fenalıktan alıkoymaya
bak. Bu hususta sana isabet edecek olan eziyete katlan. Çünkü bunlar kesin farz
olan emirlerdir” (Lokman, 31:17) buyurarak iyiliği emretme ve kötülüğü
yasaklamanın önemi üzerinde durmuştur.
3. İyiliği ve kötülüğü, marufu
ve münkeri çok iyi bilmelidir. Zan ve tahmine göre hareket
etmemelidir. Zira yüce Allah “Ey iman
edenler! Zandan sakının. Bazı zanlar günahtır” (Hucurat, 49:12) buyurur. Bu
nedenle peygamberimiz (sav) “Alim olup,
neyi emredeceğinizi ve neden nehy edeceğinizi tam olarak bilmedikçe bu işi
yapmayınız!” ferman buyurmuşlardır.
4. Gizli halleri araştırmamak
gerekir. Emr-i bil’ma’ruf ve nehy-i anil’-münker açıkta olan ve açıkça işlenen
fiiller içindir. Gizli olan işleri gereksiz yere araştırmak
ve gizli kusurları ortaya çıkarmak insanları ifsat eder. Zira gizlilik içinde
insan kendisini ıslaha çalışır. Aleniyete dökülürse ıslah imkanı ortadan
kalkar. Bu nedenle yüce Allah “Birbirinizin
gizli hallerini gözetlemeyin ve araştırmayın!” (Hucurat, 49:12) ferman
etmiştir. Peygamberimiz (sav) de “Hangi
kavim olursa olsun aralarında günahlar açıkça işlenir de o topluluk bilerek
buna engel olmazlar ise allah onların tövbe etmelerini beklemeden umumi belayı
onların üzerine indirir” buyurmuşlardır.
5. Gücünün yetmediği işe
girişmemelidir. İnsan kendisini tehlikeye atmamalıdır. Fayda
verecekse duruma göre bunu yapmalı, aksül-amel yapacaksa bu işe girişmemelidir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin buyurduğu gibi “Her söylediğin hak olmalı; ama her hakkı söylemeye senin hakkın
yoktur. Her dediğin doğru olmalı, ama her doğruyu söylemek doğru değildir. Zira
damara dokunur ve aksül-amel yapabilir.” Peygamberimiz (sav) de “Mü’mine kendisini zelil etmesi yakışmaz”
buyurdular. Sahabeler “İnsan kendisini nasıl zelil eder?” diye sordukları zaman
“Gücünün yetmediği ve altından kalkamayacağı işe girmek, yenemeyeceği düşmanı
ile savaşmakla!” buyurdular.
6. Sabırlı olmalıdır. Peygamberimiz
(sav) “Değiştirmeye gücünüzün yetmediği
bir şey görürseniz Allah teâla onu değiştirmesine kadar sabredin” buyurur.
Yüce Allah da Kur’an-ı Kerimde “Sabredin,
sabır tavsiyesinde bulunun ve sabırda yarışın!” (Asr, 103:3; Âl-i İmran, 3:200)
buyurduğu gibi, “İyiliği emredin
kötülükten nehyedin ve bu konuda sana isabet edecek olan sıkıntılara da
sabredin!” (Lokman, 31:17) ferman buyurmuşlardır. Peygaberimiz (sav) bu
ayeti okuyarak Ebu Hureyre’ye (ra) “Yâ
Ebu Hureyre! İyiliği emret, kötülükten nehyet, bu yolda sana isabet eden
şeylere de sabret!” buyurmuşlardır. Peygamberimiz (sav) yine “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle
düzeltin, buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin, buna da gücünüz yetmezse
kalben buğz edin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” buyurmuşlardır.
7. İhlaslı olmalıdır.
Sadece Allah rızası için yapmalıdır. Allah’ın dinini yüceltmeyi amaç
edinmelidir. Nefsine pay ayırmamalı, bir garaza hizmet etmemelidir. Özünde de
sözünde de doğru ve samimi olmalıdır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey İman edenler! Sizler Allah’a yardım
eder, onun dinini, emir ve yasaklarını ayakta tutmaya çalışırsanız Allah da
size Nusret ve başarı verir ve ayaklarınızı tespit eder” (Muhammed, 47:7)
buyurur. Ayrıca “Allah kendisinden korkup
çekinerek iyilik yapanları sever” (Nahl, 16:128) buyurmuşlardır.
8. Yumuşak bir dil ve ifade kullanmalıdır.
Emretme ve yasaklama daima yumuşak bir dil kullanmalıdır. Nasihatin şefkatle ve
merhamet duyguları ile yapılması gerekir. Yumuşak söz insan kalbine tesir eder.
Yüce Allah Hz. Musa’ya (as) “Firavuna git ve ona yumuşak bir dille konuş, belki
kalbi yumuşar ve korkar” (Taha, 20:44) ferman etmişlerdir. Peygamberimiz (sav)
“Bilgi sahibi olmayan, yumuşak davranmayan ve emredip, yasakladığı kişiye
şefkatli davranamayan emretme ve nehyetme görevine talip olmamalıdır”
buyurmuşlardır.
9. Sabırla bu vazifeye devam etmelidir.
Bir hasta tedavi eden doktor veya bir deliyi iyileştirmeye çalışan hekim gibi
sabırla görevine devam etmesi gerekir. Nitekim yüce Allah Kur’anda “Biz
ayetlerimizi yakinen bilen ve sabırla emirlerimizi uygulayan hidayet rehberi
imamlar yetiştirdik” (Secde, 32:24) ferman ederek sabırla hidayet için
çalışmayı emretmişlerdir. Emretme ve nehyetme vazifesine talip olanlar sabırlı
ve tahammüllü olmalıdırlar. Allah’ın emrine bizzat uyarak uygulayarak önder
olmalı ve sıkıntıya katlanmasını bilmelidirler. Yaparken ve yaptırırken
mütehammil olmalıdırlar. Zira büyük işlerin bu şekilde başarılacağını yüce
Allah Lokman’ın (as) dilinden “Emret ve nehyet ve bu konudaki sıkıntılara
katlan. Büyük işleri anacak böyle başarabilirsin!” (Lokman, 31:17) fermanı ile
ifade etmiştir.
10. Emrettiği ve nehyettiği
hususları öncelikle bizzat kendisi yapmaya çalışmalı ve örnek olmalıdır. Nitekim
yüce Allah “Siz başkalarına iyiliği tavsiye eder de kendi nefsinizi unutur
musunuz? Aklınız yok mu?” (Bakara, 2:44) buyurarak başkalarına tavsiye edilen
iyilikleri öncelikli olarak kendimizin yapması gerektiğini, aklın yolunun bunu
gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Ayrıca “Ey iman edenler! Neden
yapmadıklarınızı söylersiniz? (Madem söylemeniz gerekiyor öyleyse yapmaya
gayret gösteriniz)” (Saf, 61:2) buyurarak yapmadığını söylemenin yanlışlığına
dikkatimizi çekmektedir.
11. Öğüt verecekse bunu tenhada
kimsenin olmadığı yerde yapmalıdır. İslam bilginleri “Bir
kimse kardeşine tenhada nasihat ederse ona değer vermiş ve irşat etmiş olur,
açıkta ve başkasının yanında öğüt verirse onu ayıplamış ve küçük düşürmüş olur”
demişlerdir. Ancak fasık-ı mütecahirin gıybeti ve açıktan ayıplanmasının
mahzuru yoktur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde helak ettiği kavimleri ve
lanetlenen Yahudileri tarif ederken “Onlar yaptıkları fenalıklardan
birbirlerini vazgeçirmezlerdi. Yaptıkları ne fenadır” (Maide, 5:79) buyurarak
kötülükten vazgeçirme konusunda öğüt vermenin önemini vurgulamıştır. Sonra da
“Ne olurdu bilginleri ve aklı erenleri onları kötü sözden ve haram yemekten
onları alıkoymuş olsalardı?” (Maide, 5:63) buyurarak bunu yapmış olsalar helak
olmayacaklarını haber verir. Yüce Allah Yuşa b. Nun’a (as) kavmini helak
edeceğini haber verdi. Yuşa (as) “Ya Rab! İyilerini de mi helâk edeceksin?”
dedi. Yüce Allah “Evet! Onları da beraber helâk edeceğim. Çünkü onlar kötülerin
yaptıklarına engel olmaya çalışmadılar. Onlarla beraber yediler ve içtiler ve
yaptıklarına rıza gösterdiler” buyurdu.
12. Kişi fasık da olsa kötülüğe mani olması
gerekir. Peygamberimiz (sav) “En değerli cihat zalim hükümdara
hak sözü söylemektir” buyurmuşlar ve bunu için de kişinin salih olmasını şart
koşmamıştır. Peygamberimiz (sav) yine “Kıyamette şehitlerin en faziletlisi Hz.
Hamza’dır. Ondan sonra en faziletlisi zalim hükümdara hak söz söylediği,
zulmünü hunharlığını yüzüne vurduğu için öldürülendir” buyurmuşlardır. Bu
nedenle Abdullah b. Mesut (ra) “Günahların en büyüğü bir kimseye ‘Allah’tan
kork!’ denildiği zaman ‘Sen kendine bak!’ diye burun kıvırmaktır”
buyurmuşlardır. Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Kişiye ‘Allah’tan kork!’
denildiği zaman gururundan burun kıvıran ve günaha devam edenlerin hakkından
ancak cehennem gelir. Orası ne fena yerdir!” (Bakara, 2:206) buyrularak
kendisine günahtan sakın diye nehy-i anil münker görevi yapanlara kulak
vermeyenlerin acı sonucunu haber vermektedir. Bu nedenle peygamberimiz (sav)
“Kendiniz yapmasanız da iyiliği emredin, siz yapıyor olsanız da başkalarına
kötülüğü yasaklayınız” ferman etmişlerdir.
13. Her zaman edebe uymak gerektiği gibi
emretme ve yasaklama konusunda da edebe riayet etmelidir. Hz.
Ömer (ra) daima “Önce edep öğreniniz, sonra ilim öğreniniz” demiştir. İslam
bilginleri “İlme dair edep, ilmin kendisinden daha çoktur” demişlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin dediği gibi “Kâinatta en yüksek hakikat
imandır.” Hal böyle olunca her şey imanı kazanmaya ve korumaya yönelik
olmalıdır. Abdulkadir Geylani hazretleri “İman koruması gereken bir cevher veya
bir belde gibidir. Onu koruyan iç içe beş kale vardır. İmanın çevresindeki en
içi kale altından olup buna “Yakîn” denir. Bunu kuşatan ve koruyan ikinci kale
gümüşten olup buna “İhlas” denir. Onu da koruyacak ola demirden kale vardır ki
bu “Farzları” korumak ve “Haramlardan” kaçmaktır. Bunları koruyacak olan taştan
bir kale vardır ki bu da “Sünnetleri” yapmaktır. En dışta da kerpiçten bir
kaledir ki bu da “Edepleri” korumaktır. Edebi koruduğunuz zaman hepsini korumuş
olursunuz. Şeytan kaleyi ele geçirmek isterse önce edeplerden ibaret olan dış
kaleye hücum eder. Kişi edepleri terk ederek bu kaleyi düşmana teslim ederse bu
defa sünnetlere hücum eder. Böylece en son kaleyi de ele geçirirse imana hücum
eder” demiştir. Edebi korumanın önemini bu şekilde izah etmiştir. Mevlana hazretleri bu nedenle “Bî edeb mahrum
bâşed, ez lutf-i Rab” yani “Edepsiz Allah’ın rahmetinden mahrum kalır”
demiştir. Bundan dolayı kişiye gereken her konuda edebi muhafaza etmeye
çalışmaktır. İslam mutasavvıfları “Önce edeplerden bahsettik ki Allah’a giden
marifet yolunu şeytanın yıkamayacağı şekilde sağlam yapalım” demişlerdir.
İRŞAD VE TEBLİĞ İLE İLGİLİ AYET-HADİS VE SÖZLER
“Cihad etmeden veya cihad etmeyi
düşünmeden ölen, münafık olarak ölür.) [Müslim]“En faziletli cihad, canı, malı
ile müşriklerle mücadeledir.” [Nesai]“Fisebilillah cihad edin, böyle cihad,
Cennet kapılarını açmaktır. Cihad edenin sıkıntıları gider.” [Hakim]“Allah u
teâlâ, bir ok yüzünden üç kişiyi Cennete koyar. Oku yapanı, atmak için ona
vereni ve Allah yolunda o oku atanı.”
Cihad bu kadar faziletli olduğu halde,
emri maruf daha kıymetlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:“Bütün ibadetlere
verilen sevap, Allah yolunda savaşa verilen sevaba göre, deniz yanında bir
damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emri
maruf ve nehyi anil münker sevabı yanında denize göre, bir damla su
gibidir.” [Deylemi]
“Allah u
teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahitleri vardır. Bunlar, emri maruf ve
nehyi münker yapanlardır.” [İ. Gazali]
“İsra gecesinde, ateşten makaslarla dudakları
kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da “İyilikle emreder
kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık” diye
cevap verdiler.” [İbni Hibban]
Emri maruf çok
mühim olduğu için, insan, kendisi her iyiliği yapamazsa ve her kötülükten
kaçamazsa da, gücü yetiyorsa, emri marufta bulunması gerekir. Hazret-i Enes; “Ya Resulallah, tamamen yapamadığımız bir
şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz tamamen sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim
mi?” diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:(Her ne kadar iyiliğin
hepsini yapamasanız ve her ne kadar kötülükten sakınamasanız da, emri maruf ve
nehyi münker yapınız!” [İ. Gazali]
“Fitne [bid’at, sapıklık, küfür] yayıldığı zaman,
hakikati, doğruyu bilen bir kimse, [imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, ]
başkalarına [mümkün olan her yere ve herkese] bildirsin, [imkanı var iken, bir
engel de yok iken bildirmezse], Allah u teâlânın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onun üzerine olsun!” [Deylemi]
“Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere
karıştırılır ve Ashabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler herkese bildirsin!
Allah u teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü
yettiği halde bildirmeyene olsun! Allah, böyle âlimlerin, ne farzlarını, ne de başka
ibadetlerini kabul etmez.” [Ebu Nuaym]
“Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet
ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese söylesin! Eğer söylemeyip gizlerse,
Allah u teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiği Kur’an-ı kerimi gizlemiş
olur.” [İbni Asakir]
“Ümmetimin bir kısmı, kabirlerinden maymun ve domuz
şeklinde kalkar. Bunlar Allah’a isyan edenlere, nehyi münker yapmayan
kimselerdir.” [Ebu Nuaym]
“Bir toplumda, gücü yettiği halde, günah işleyenlere,
mani olmayanlar, ölmeden önce de, Allahü teâlânın azabına maruz kalırlar.” [İbni Mace]
“Kötülük men
edilmezse, azap o milletin hepsine birden iner.” [Hakim]
“Geçmiş ümmetlerden bir kısmı çeşitli azaba uğradı.
Bunların arasında iyiler yok muydu?) denildiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu
ki:(Hep birlikte helak oldular. Zira
günah işlenirken iyiler susmuştu.” [Taberani]
“Bozuk bir işi [nasihat ederek ve diğer meşru
yollarla] düzeltemezseniz, sabredin! Allah u teâlâ onu düzeltir. [Beyheki]
Zarardan kurtulmak için, Müdara, İslamiyet’in dışına
çıkmadan, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek,
gönül almaktır. Müdahene, gönül
alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Hindiyye’de, “Günah
işleyene tatlı sözle öğüt verilir. Dinlemezse, fitne çıkacak ise susulur. Kötü
söylenmez” deniyor.Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: “Rabbinin
yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır! [Nahl 125]
Peygamber
efendimiz yine buyurdu ki: “Allah u
teâlâ, bir meleğe, bir kasabanın altını üstüne getirmesini emreder. O melek, bu
kasabada hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp
kurtarmayacağını sual edince, Cenab-ı Hak, “Bütün şehir halkı ile onu da alt
üst et! Çünkü o zat, bana isyan edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir”
buyurdu.) [Beyheki]
Hazret-i Âişe
validemiz tarafından bildirilen hadis-i şerifte buyuruldu ki: “İçinde
Peygamberler gibi ibadet eden seksen bin kişi bulunan bir ülke azaba maruz
kalmıştır. Çünkü onlar, Allah için buğzetmedi, emri maruf ve nehyi münkerde
bulunmadı.”
Daha başka hadis-i şeriflerde de, iyiler,
kötülükleri önlemeye muktedir iken önlemezlerse, o ülkede azabın umumi olarak
geleceği bildirilmiştir. (Tirmizi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder