KARİA SÜRESİ
Bismillahirrahmanirrahim
Karia
Suresi Mekke’de Kureyş Suresinden sonra Kıyame Suresinden önce 30. Sure olarak
nazil olmuştur. Nüzul sırası 30 Kuran'daki sıralamada 101. Suredir. 11 ayettir.
İsmini ilk ayetten alır.
Karia, kıyametin dehşetli gürültüsüdür. İsrafil’in birinci Sur’a üflemesinden
sonra kıyametin kopmasını anlatır. İkinci Sur ile yeniden dirilişe kadar geçen
dehşetli zamanı konu edinir.
NÜZUL SEBEBİ:
Ahirete inanmayan Mekke müşriklerinin şahsında kıyamete kadar ahirete ve yeniden dirilişe inanmayanlara kıyametin dehşetini, kıyamet koparken insanların ne durumda olacaklarını anlatır. Bu dehşetli durumdan kıyamet sonrası dehşetli azaptan ancak mizanda amelleri ağır gelecek olanların kurtulabileceğini veciz ve mu’ciz bir şekilde anlatır.
Ahirete inanmayan Mekke müşriklerinin şahsında kıyamete kadar ahirete ve yeniden dirilişe inanmayanlara kıyametin dehşetini, kıyamet koparken insanların ne durumda olacaklarını anlatır. Bu dehşetli durumdan kıyamet sonrası dehşetli azaptan ancak mizanda amelleri ağır gelecek olanların kurtulabileceğini veciz ve mu’ciz bir şekilde anlatır.
SURENİN YÜCE MEÂLİ:
1. Karia.
2. Nedir o kâria?
3. Karia’nın ne olduğunu nasıl idrak edeceksin ki?
4. O gün insanlar ateşe atılmak için çırpınan kelebekler gibidir.
5. Dehşetli dağlar didinmiş renkli yünler gibi atılacaklardır.
6. Mizanı ağır gelenlere gelince…
7. Onlar razı olacakları bir yaşayış içinde mesutturlar.
8. Mizanı hafif gelenler ise…
9. Onun anası ve kucağı “Haviye” olacaktır.
10. Haviye’nin mahiyeti nedir bilir misin?
11. O tutuşturulmuş ve kızıştırılmış bir ateştir.
AYETLERİN TEFSİRİ:
1. El-Karia: İnsanların akıllarını başlarından alacak, ödlerini patlatacak olan kıyametin dehşetli sesi olan “Sayha-i Ulâ”ya Karia adı verilmiştir. Bu da yüce Allah’ın emri ile İsrafil’in (as) “Sura üfleyince Allah’ın dilediği bir yana, göklerde ve yerde olanların hepsi düşüp ölürler. Sonra sura bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp şaşkınlıkla birbirlerine bakışıp dururlar” (Zümer, 39:68) ayetinde ifade edilen birinci “Sur”dur.
Kıyametin
kopması esnasında Kur’ân-ı Kerimde sure isimleri ile anılan olaylar cereyan
eder. Semada “infitar” ve “inşikak”, şems-ü kamerde “tekvir”, kevakibde
“intisar”, dağlarda “dekk-ü nesf” ve küre-i arzda “tayy-ü tebdil” vukua gelir. O gün hak ve hakikat düşmalarına
hıyz-u azap ve nekâl vardır. Hak ve hakikati tasdik edenlere ve “hayr-u hasenat
ile gelenler ise o günün korkusundan emindirler.” (Neml, 27:89)
2. Nedir o kâria? O dehşetli gürültü ve ses kıyametin kopma sesidir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri kıyametin kopuşunu şöyle tasvir eder: “Şu dünyanın sekerâtını âyât-ı Kur'âniyenin
işaret ettiği surette tahayyül etmek istersen, bak: Şu kâinatın eczaları dakik,
ulvî bir nizamla birbirine bağlanmış; hafî, nazik, lâtif bir rabıta ile
tutunmuş; ve o derece bir intizam içindedir ki, eğer ecrâm-ı ulviyeden tek bir
cirm, kün emrine veya "Mihverinden çık" hitabına mazhar olunca, şu
dünya sekerâta başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecramlar dalgalanacak. Nihayetsiz
feza-yı âlemde milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük topların müthiş sadâları
gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak, kıvılcımlar saçarak, dağlar
uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek. İşte, şu mevt ve sekeratla,
Kadîr-i Ezelî kâinatı çalkalar; kâinatı tasfiye edip, Cehennem ve Cehennemin
maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münasebeleri başka tarafa
çekilir; âlem-i âhiret tezahür eder.” (Sözler, 239)
3. Karia’nın ne olduğunu nasıl idrak edeceksin ki?Kur’an-ı Kerim doğrudan peygamberimize
(sav) hitap olduğu için bu ayet peygamberimizin (sav) kıyametin dehşetini
anlamayacağını ifade ile o hadisenin insanların anlayış ve tasavvurlarından,
ilim ve idraklerinden çok daha dehşetli olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Anlatılmakla bilinmez, yaşandıkça görülür demektedir. Hal böyle olunca bu
dehşetli hadiseden kendinizi sakındırın ferman etmektedir.
4. O gün insanlar ateşe atılmak için çırpınan kelebekler
gibidirler.
“Yevme yekûnu’n-nâsü” cümlesi “Üzkür!” yani, “O günü hatırla” “Nakrau yevmün” yani “o günü an” cümlesi ile mensubdur. Hatırla, an ve insanlara anlat o günü ki, “ O gün insanlar ateşe atılan pervane tabir edilen küçük kelebekler gibi kendilerini ateşe atarlar.”
“Yevme yekûnu’n-nâsü” cümlesi “Üzkür!” yani, “O günü hatırla” “Nakrau yevmün” yani “o günü an” cümlesi ile mensubdur. Hatırla, an ve insanlara anlat o günü ki, “ O gün insanlar ateşe atılan pervane tabir edilen küçük kelebekler gibi kendilerini ateşe atarlar.”
“Ferâş” kelimesi “Fereş”in çoğulu olup “Ateş
kelebeklerine” verilen isimdir. O kelebekler kendilerini yakıp kavurana kadar
ateşin etrafında dönüp dururlar.
Ateş için kendilerini feda ederler. Fedailikte meşhur olmuşlardır. İnsan da
dünyada yaratılış amacına yönelerek cennete doğru yol alması ve cennete
götürecek amelleri işleyerek kabiliyetlerini geliştirmesi ve cennete layık hale
gelmek için çalışması gerekirken şaşkın ve dağınık şekilde uçan ateş kelebekleri
gibi kendisini helak edecek olan cehenneme götüren amelleri işlemekte, mal ve
şöhret peşinde koşmaktadırlar. Sonuçta kelebekler gibi ateş çukuruna
düşmektedirler.
Peygamberimiz
(sav) bir hadislerinde kendi nübüvvetini misalle anlatırken “sizler cehennem çukuruna ve ateşe
atılmak için koşuşan kelebeklere benzersiniz, ben ise sizleri ikaz ederek oraya
düşmekten koruyan ve sizleri tutup çıkaran birisi gibiyim”
(Buhari, Rikak, 26) buyurarak bu ayeti izah etmiştir.
Bu
ayeti izah eden müfessirler kıyametin dehşetini gören insanların şaşkınlıkla
kelebekler gibi oraya buraya kaçıştıklarını ama kurtulamayarak dehşet içinde
helak olacaklarını ifade ettiğini söylerler. “Feraş” denmesinin hikmeti
kelebekler gibi uçmak için belli bir istikamete doğru değil, amaçsız ve gayesiz
olarak gelişigüzel dağıldıklarını ifade içindir.
Bu
ayet kıyametin dehşetini anlatmaktadır. Kamer Suresinde geçen “Yayılmış çekirgeler gibi”
(Kamer, 54:7) ifadesi ise insanların yeniden dirildikleri zaman ne
yapacaklarını şaşırarak hayret ve ıstırapla nereye gittiklerini de bilmeden
kabirlerinden çıkıp yayılmalarını ifade etmektedir. Zaten ayette “Cesetler
kabirlerinden çıkınca” ifadesi bunu açıklamaktadır.
Elhasıl
kıyametin koptuğu gün o kadar şiddetlidir ve o “Karia” o kadar dehşetlidir ki insanlar
“feraş-ı mebsus” gibi olacaklar ve ne yapacaklarını şaşırarak felaketten
kaçarken felakete koşacaklardır.
5. Dehşetli dağlar didinmiş renkli yünler gibi
atılacaklardır.Dağlar
da hallacın tarayarak attığı ve dittiği, birbirinden ayırarak kabarttığı renkli
muhtelif yünler gibi uçuşacaklardır. Yüce Allah Fatır Suresinde belirttiği gibi
dağlar da beyaz, kırmızı ve siyah muhtelif renklerdedirler. (Fatır, 35:27) Dağlar yine muhtelif ayetlerin ifadesi
ile önce çarpılıp parçalanarak “dekk” (Fecr, 89:21) olacak,
sonra kum yığını haline gelerek “kesiben mehîlâ” (Müzzemmil, 73:14) olacak,
sonra bulut gibi geçerek didilmiş, hallac edilmiş yün “ıhn-ı menfûş” (Karia,
101:5) gibi olacaktır. Sonra da “serap” (Nebe, 78:20) olacaktır. Dağlar böyle
olunda insanın ne durumda olacağı kıyas edilmelidir. (Ve kıs aleyhâ!)
O
halde Allah’ın rahmeti ve yardımı erişmezse vây bu insanların hâline…Bütün bu haller bizim idrakimize göre
“bütün Kure-i Arzın” bir volkan gibi infilak ettiği, büyük bir zelzele ile her
tarafın birden sarsıldığı ve parçalandığı çok dehşetli ve acip bir halin
tasviridir.
6. Mizanı ağır gelenlere gelince… Mevâzîn, mizanın cemîdir, çoğuludur.
Yüce Allah insanın nur ve zulmet, sevap ve günah, hayır ve şer, hasenât ve
seyyiât nevinden olan dünyadaki amellerini bizim meçhulümüz olan bir mizan/ölçü
ile tartacaktır.
Dünyada
insanın ölçeceği şeye göre mizanları/ölçüleri muhteliftir. Uzunluğu metre ile,
ağırlığı gram ile, yüksekliği barometre ile, ısıyı termometre ile ölçtüğü gibi,
insanın hayır ve şer, hasenat ve seyyiât nevinden olan amellerini de elbette
“nur ve zulmetten” kendine has mizan ile ölçecek ve tartacaktır.
“Gerçek tartı ve mizan kıyamet
günündedir. Mizanı ağır gelenler kurtulanların ta kendileridir. Mizanı hafif
gelenler de Allah’ın ayetlerine uymayan ve kendilerini mahveden kimselerdir.
” (Araf, 7:8-9; Mü’minun, 23:102-103)
“Kıyamette gerçek adalet ölçülerini
koyar, mizanlarımızı kurarız. Hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal
tanesi kadar olsa da yapılanları ortaya çıkarırız. Hesap görücü olarak biz
yeteriz.” (Enbiya, 21:47) bu ayet-i kerimeler de bu ayeti
tefsir ederek mizanın mahiyetini açıklamaktadır. Yine “Zerre kadar hayır
işleyen onun mükafatını, zerre kadar şer işleyen de onun cezasını görecektir”
(Zilzal, 99:7-8) ayet-i kerimesi ile her şeyin yazıldığı, kayıt altına alındığı
bize haber verilmiştir.
Ancak
“Rahmetim gadabımı geçti”
hadis-i kutsisi gereği yüce Allah rahmeti ile muamele ederek, imanları,
ihlâsları ve namazlarından dolayı ehl-i imanı affedeceği için ehl-i iman
cehennem azabından ve ahiretin dehşetli hallerinden korunacaklardır. Şayet
Allah’ın rahmeti, inayeti ve rahmeti olmasa hiç kimse ibadetinden dolayı
kendisini kurtaramayacağı kesindir.
7. Onlar razı olacakları bir yaşayış içinde mesutturlar. Allah’ın affına ve rahmetine mazhar
olan ehl-i iman için öyle güzel bir hayat ve maişetçe öyle güzel bir geçim
vardır ki mü’minler Allah’ın kendilerine kendi kesbleri olan iman, hidayet,
ihlas, namaz ve her nevi hayır için hazırladığı nimetlerden hoşnut olmakla
kalmayacak “Ey nefs-i mutmaine! Sen Allah’tan, Allah da senden razı olduğunuz,
karşılıklı rıza ile elde ettiğiniz şekilde Rabbin olan Allah’a yönel! İyi
kullarım arasına ve cennetime gir!” (Fecr, 89:27-30) hitabına mazhar olarak
ebedî mesut olacaklardır.
8. Mizanı hafif gelenler ise… Seyyiatı ağır basan ve hayır mizanı
gelenler ise Allah’ın affından ve yukarıda belirtilen nimetlerden mahrum
kalacaklardır. Daha da vahimi devam eden ayetlerde anlatılmaktadır. Hasenesi az
olup, seyyiatı ve günahları çok olanların da benzer durumda olacağı
anlatılmaktadır.Hak ağır, batıl hafiftir. Bu nedenle müfessirler hak ve
hakikate dayananların mizanlarının ağır olacağı, batıla dalanların ise
mizanlarının hafif olacağı anlatılmıştır. Amel defterlerinin ağır gelmesi
dünyada hakka uymalarından dolayıdır. Ayrıca amellerin sevabı amel sahibinin
ihlâsı, ameli sünnete uygun işlemesi, Allah için sıkıntı çekmesi ve gereken
adaba uyması ile artmaktadır.
9. Onun anası ve kucağı “Haviye” olacaktır. Yaratılış amacı imandır. Bu amacı
gerçekleştirmeyen, yani Allah’ın birliğine ve ahirete iman etmeyenlerin
varacağı yer, sığınacakları ana kucağı ve yeri “Hâviye” olacaktır.
Ümm-ü hâviye: Sığınıp varacağı ana kucağı, ana yurdu, aslî vatanı
demektedir.
10. Haviye’nin mahiyeti nedir bilir misin? “Hâviye” yuvarlanılan yer anlamına
gelmektedir. Bundan hâviye’nin cehennemde yuvarlanılan bir kuyu veya bir azap
vadisi olacağı anlaşılmaktadır. Nitekim hadiste peygamberimiz (sav) ölenlerin
ruhları yeni ölen ve kendi yanlarına gelen bir ruha dünyadaki tanıdıklarını
sorarlar. O da falan öldü diye cevap verir. Ölülerin ruhları o kişinin ruhu
bizim yanımıza gelmedi demek ki o “hâviyeye” yuvarlanmış. Orası ne kötü bir
anadır, ne kötü bir mürebbiyedir” (Hâkim, Müstedrek, 11:581) diye cevap
vereceklerini bize haber vermektedir.
11. O tutuşturulmuş ve kızıştırılmış bir ateştir. O hâviye, bir “nâr-ı hâmiye”dir. Nâr-ı
Hâmiye şiddetli kızgın ateştir. Nâr zaten ateştir. Ayrıca hâmiye tabiri ise
diğer ateşlerden daha şiddetli olduğu, diğer ateşlerin ona nispeten daha soğuk
ve hafif kalacağına işaret etmektedir.
Peygamberimize
(sav) “Haviye”nin ne
olduğu sorulunca peygamberimiz (sav) “O sizin dünyada yaktığınız ateşten altmış
dokuz derece daha sıcak bir ateştir” (Muvatta, 2:994; Müsned-i
Ahmed, 2:467; Taberani, Cehennem, 2, 3) buyurmuşlardır.
Cehennemin
en aşağı derecesine “hâmiye” tesmiye edilmiştir.
SONUÇ:
Karia suresi, Kur’ân-ı Kerimin dört temel amacı olan “Tevhit, Nübüvvet, Haşir ve Adalet”ten ahirete ve haşre imanı anlattığı, amellerin sonuçlarını haber verdiği ve insanın vatan-ı aslisi olan Cennet ve Cehennemden cehennemin en dehşetli azabını haber verdiği cihetle Kur’anın dörtte birine denk sayılabilir.
Yüce
Allah Kur’ân-ı Kerimde bazen amellerin sonuçlarını anlatırken bazen en hafifini
misal vererek en büyüğü ile kıyaslamamızı ve anlamamızı istere. “Zulme meyletmeyin azap size dokunur”
(Hud, 11:113) ayeti bunun misalidir. Bazen de en dehşetlisini haber vererek
azabın dehşetini bize haber vermektedir ki “Haviye nedir bilir misin? O kızıştırılmış bir ateştir”
(Karia, 101:10-11) ayeti buna misaldir. Bu ayette yüce Allah “Sizler onun
azabının dehşetini anlayamazsınız” buyurarak bu azabın insanın idrakinden daha
dehşetli olduğunu ifade etmiştir.
Peygamberimiz
(sav) “Haviye”nin
cehennemin en alt tabakası ve azabın en dehşetli yeri olduğunu ifade ederek
buraya “Münafıkların gireceğini” bize haber vermiştir. Münafık dinsiz, imansız
olmakla beraber imanlı gibi görünerek yalancılık, fitne ve fesat çevirdikleri,
az bir dünya menfaati karşılığı dinlerini sattıkları için yüce Allah onları
cehennemin en alt tabakasına atacağını “Münafıklar cehennemin en alt
mertebesindedirler” (Nisa, 4:145) ayeti ile bize haber
vermiştir. Rivayetlerde bu cehennemin isminin “Haviye” olduğu haber
verilmektedir.İnsan aciz, fakir ve her şeye muhtaç olduğu ve mükemmel olmadığı
için daima kusurludur. Bundan dolayı istese de kendisini günahlardan
kurtaramaz. Her zaman yüce Allah’ın affına, yardımına ve himayesine muhtaçtır.
Şayet Allah affetmez ve merhamet etmezse cehennemden kurtulması mümkün
değildir. Bu nedenle insanın en önemli meselesi cehennemden kurtulma
meselesidir. Bunun için daima Hz. Âdem babamız ve Havva annemizin yaptığı gibi
şöyle dua etmelidir:
“Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik,
şayet sen affetmezsen ve bize merhamet etmezsen kesinlikle hüsrana
uğrayanlardan oluruz.” (Araf, 7:23) “Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver,
ahirette iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” (Bakara,
2:201)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder